Greyhound (2020)

Uzun süren Atlantik Savaşı boyunca milyonlarca ton kargo taşıyan 3500’den fazla müttefik gemisi batırıldı. 72.200 insan hayatını kaybetti. İkinci Dünya Savaşı’nın en başlarında Büyük Britanya’ya malzeme ve askeri birlik taşınayan müttefik konvoylar Atlantik Okyanusu’nda hava koruma sahasının dışına çıktıkları an, Nazi U-botlara karşı savunmasız kalmaktaydı. Bu hava korumasız olan bölge “Kara Çukur” olarak bilinirdi. Film, 1942’de, 37 askeri birlik ve malzeme gemisine 4 hafif savaş gemisi eşlik ettiği bir konvoyun, Amerikan uçaklarının uçuş menzilinin sınırında uçakların konvoyu terk etmesiyle başlıyor.

Greyhound (2020)

Konusu

Uzun süren Atlantik Savaşı boyunca milyonlarca ton kargo taşıyan 3500’den fazla müttefik gemisi batırıldı. 72.200 insan hayatını kaybetti. İkinci Dünya Savaşı’nın en başlarında Büyük Britanya’ya malzeme ve askeri birlik taşınayan müttefik konvoylar Atlantik Okyanusu’nda hava koruma sahasının dışına çıktıkları an, Nazi U-botlara karşı savunmasız kalmaktaydı. Bu hava korumasız olan bölge “Kara Çukur” olarak bilinirdi. Film, 1942’de, 37 askeri birlik ve malzeme gemisine 4 hafif savaş gemisi eşlik ettiği bir konvoyun, Amerikan uçaklarının uçuş menzilinin sınırında uçakların konvoyu terk etmesiyle başlıyor.

Konvoyun başında yer alan Greyhound savaş gemisinin kaptanı olarak görev yapan Ernest Krause (Tom Hanks) mürettabatıyla Atlantik’i geçmeye çalışırken, bir yandan konvoyu korumaya, zor hava koşullarını ve Nazilere ait denizaltılar olan U-botlardan kurtulmaya çalışıyor. ‘Havadan korumaya 50 saat kala’ yazısıyla amansız, gerçekçi bir aksiyona başlıyoruz.

Yorum

Filmle ilgili verilen az puanlardaki gerekçelendirme filmde karakter tanımlamaları, gelişmelerinin olmadığı ve hikâye çizgisinin yetersiz olduğu yönünde. Arkadaşlar, yüzyıla yakın bir süredir sonuna kadar karaktere endeksli, dram ağırlıklı, tarihsel derinlikli, grift veya sade olsun izlemediğimiz İkinci Dünya Savaşı dönemi filmi kalmadı. Bu filmin gerçekten de derin karakter tanıtımlarına, karışık bir hikâye hattına ihtiyacı mı var? Tabii ki yok. Crimson Tide ve The Hunt for Red October’daki gibi klasik çatışmalı karakterlerin olduğu, entrikaların döndüğü bir savaş filmi değil bu. Ya da Hacksaw Ridge veya Schindler’s List gibi olağanüstü bir durumu veya karakteri ele alıp onu bir yere taşıma sorumluluğu olan bir film de değil. Başından sonuna hiç aralıksız devam eden düşman tehditlerinin sürdüğü, teknik gerçekliklerle donatılmış, neredeyse tek mekan bir aksiyon savaş filmi. Bu filmde Tom Hanks’i anlık gerçek hayat tehdidi altında, o an için yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışan donanma gemisi kaptanı olarak izliyoruz; U-bot batırmaya çalışmak, torpidolardan kaçmak, çıkan yangınlar, buzlanma, batan konvoy gemilerinden okyanusa düşenleri kurtarma gibi. Filmin yola çıkış amacı bu zaten. Hatta bu film karakterleri tanımadan bir aksiyonlu savaş filmlerinin son dönemde daha etkili olduğunu da göstermekte.

Tom Hanks kendi oyuncu kimliği ile zaten oynadığı karakterlerle ilgili pek çok soruyu en başından cevaplayan büyük bir aktör. Yani varlığı ile zaten oynadığı karakterin onurlu, gururlu, yumuşak başlı, anlayışlı, sorun çözücü, duygusal, dindar, ırkçı olmayan, cinsiyetçi olmayan, iyi birisi olduğu öngörüsü zaten cepte seyirci açısından. Bu filmde de dindar ama kindar olmayan, düşmanının da birer ruhu olduğunun idrakında, intikam duygusuyla değil hayatta kalma ve ekibini kurtarmaya odaklı. Bir kadına aşık ki İsa’ya dua öncesi onun yüzünü görmekte olan, sorumluluk sahibi iyi bir lider insan. Ayrıca hikâye hatlarında pek çok detay unsur da gayet rahat takip edilebilmekte. Kaptan, ilk gördüğümüz sahnede gemide kamarasında yatağının ucuna dizlerinin üzerine çökmüş, elinde incil dua etmekte ve duada ‘şeytani düşman beni etkisi altına almasın’ demekte. Filmin tümünü izleyince burada bahsettiği düşmanın aslında ‘öldürmekten zevk almak’ olduğu daha iyi anlaşılıyor. Üstelik siyah aşçısı ile kaptanın sessiz iletişimi ve pozitif politik ilişkisi de gayet incelikli. Benim bu ikilinin çekimlerinden aldığım izlenim, kaptanın toplumdaki siyah meselesini aşmış ve bu konuda müzdarip olan birisi olması yönünde.

Filmin senaryosunu Tom Hanks kaleme almış. Larry Crowne ve That Thing You Do! isimli filmleri de kendisi kaleme almış ama aynı zamanda da yönetmişti. Yani bu ilk senaryosu değil ama yazdığı fakat yönetmediği ilk film. Filmi Aaron Schneider yönetti. Kendisi en son Get Low isimli filmi 11 yıl önce çekmişti. Belki aksiyon filmleri deneyimi daha çok olan bir isim daha iyi iş çıkarabilirdi. Bu filmde saçmalık yok. Buradaki savaş amanvermez bir akış içinde ve teknik detaylarla dolu. Deniz kuvvetlerine ait teknik bilgilerin, lider olarak hızlı ve doğru karar vermenin özgün yanlarını çok temiz yaşatan bir film. Kaptanın gemisini ve mürettabatını nasıl yönettiğine dair en ufak detayın atlanmamış olmasını çok sevdim. Geleneksel olmayarak, karakterleri devleştirmeyen, tarihsel arka planı bildiğini varsayan ki artık bir zahmet bilelim, çok uzun süren bir Atlantik Savaşı’nı bana 90 dakikada yaşatan bu Dunkirkvari filmi sevdim. Apple TV+ hep bahsettiğim gibi kalitesini korumaya devam ediyor ama keşke bu filmi sinemada izleyebilseydik de demedim değil. İnsanın üzerinde kalıcı etkisi olacak bir film değil ama izle, heyecanlan ve unut.

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow